2017 yazı bizim için çok değişik bir şekilde geçti. önceki birkaç yaz çok rutin bir şekilde geçmişti ve erim ile birlikte ‘artık sistemi oturttuk, süper!’ diye birbirimizi tebrik ederken her şey bir anda değişiverdi!
asya ilk baharda tamamen tesadüfi bir şekilde binicilikte atlama yapmaktan at terbiyesine geçiş yapıp mayıs’ın sonunda türkiye adına hem temmuz ayının başında zagreb’de olan balkan şampiyonası hem de ağustos ayının ortasında hollanda’da olan avrupa şampiyonasına katılmak hakkı kazandı. bizim organize etmiş olduğumuz tekne sonra new york sonra asheville’de kamp programımız da asya’nın bu büyük başarılarıyla neredeyse bir günde alt üst oldu.
balkan şampiyonasında erim ile kafa kafaya koyup neler yapmamız gerektiğine karar vermeye çalışınca baktık ki ailece amerika’ya gitmek pek mantıklı olmayacaktı. onun yerine asya’nın balkanlar ve avrupa şampiyonasının arasında ders alacağı ve yaklaşık bir ay yaşayacağı, çiftliği ye gitmek ve orayı görmek çok daha doğru bir hareket olacaktı. ama sadece asya’yı oraya bırakıp dönmek de pek hoşumuza gitmedi açıkçası. yazın ailece yaptığımız seyahatler kızlar büyüdükçe daha da önem kazanmaya başlamıştı. sene boyunca okul ve ders ve faaliyetler derken birlikte konsantre ve kaliteli vakit geçirmek de git gide zorlaşmıştı. yaz tatilleri ise bu eksik vakitleri telafi etmek için birebir oluyordu.
asya’nın kalacağı çiftlik tam hollanda-belçika sınırında olan welde kasabasındaydı. oraya en yakın havalimanlarından birinin amsterdam olduğunu görünce de aklımıza bir amsterdam seyahati yapmak geldi. ben en son çok ufakken gitmiştim, kızlar ise hiç gitmişlerdi, erim de sık sık iş için gitse de tamamen turistik bir ziyaret neredeyse hiç yapmamıştı. yazın gitmek de ayrıca bir avantaj oldu; normalde soğuk ve yağmurlu olabilen amsterdam’ı biz hiç değilse parçalı bulutlu ve nitekim daha sıcak bir havada gezebildik. genel anlamda çok keyifli ve rahat bir ufak gezi oldu bizim için, asya’yı bırakıp ancak bir ay sonra göreceğim için de onunla 5-6 gün bayağı iç içe vakit geçirmek de tek kelimeyle şahane oldu!
bizim seyahatimizin detaylarını aşağıda bulabilirsiniz; ayrıca bizim vaktimizin yetişemediği bazı oteller, restoranlar ve müzeler de ekledim. amsterdam’a gidecek olursanız, hele ki çocuklarla gidecek olursanız umarım bu tüyoların faydalarını görürsünüz… iyi eğlenceler 🙂
nerede kalınır:
biz the waldorf astoria otelinde kaldık ve çok çok güzeldi. odaların ve otelin genel konforu çok iyiydi, servis şahaneydi, kahvaltı leziz de ve otelin yeri gitmek istediğimiz her yere çok yakındı- kesinlik tavsiye ederim.
görüp de beğendiğimiz başka oteller de vardı tabii… bu listedeki tüm oteller oldukça çocuklar için uygun ama aynı zamanda ebeveynler için de hoş ortamları olan oteller.
amstel oteli–harika bir tarihi bina, hotelin kendisi tam nehrine kenarında, alt katında ise kış bahçesi içerisinde harika bir lokantası da var.
conservatorium oteli– modern bir tarzda yapılmış bu otel ise eski sweelink konservatuarının binasında yer alıyor. museumplein bölgesinin tam ortasında olması sanat severler için ideal olmakla beraber ana alışveriş bölgesi olan p.c. hoofstraat’a da çok yakın. fakat genel tarz ve müşterilerine bakarak yaşça biraz daha büyük çocuklar olan aileler için daha uygun olacağını düşünüyorum.
neler yapılır:
amsterdam’da yapılacak o kadar çok şey var ki nerede başlayacağımı bilmek zor!
müzeler:
van gogh müzesi– müzenin tamamı van gogh’un hayatı ve eserlerine adanmış harika bir mekân. müzenin içerisinde çocuklara göre hazine avı yaptıran broşürler de vardı ve hepimiz yaparken çok keyif aldık.
rijksmuseum–hollandalı ustaların eserlerini sergileyen bir müze; ben özellikle rembrandt ve vermeer tarafından yapılan işleri yakından görebildiğimiz için çok sevindim
stedelijkmuseum- bu müzenin binası inanılmazdı! müzedeki eserler hep modern sanat ve tasarım ile ilgili, biz ziyaret ettiğimizde jean dubuffet sergisini yakaladık ve çok keyifliydi.
ulusal deniz müzesi- aile müzesi diyebileceğim bu müzeye hepimiz ayrı ayrı bayıldık. genel anlamda denizde yaşamı anlatmak ile beraber müzenin ana teması hollanda’nın 1700lerde uluslararası bir güç olmasını da anlatıyor. çocuklara yönelik oyunlar ve sergiler de mevcut. en eğlenceli kısmı ise sömürge döneminde un kazanmış bir ticari geminin reprodüksiyonu da olması- geminin içine girdik, alegra ‘kaptan’ oldu, denizcilerin uyuduğu hamakları da denedik.
anne frank müzesi- herhalde amsterdam’daki en önemli müze olabilir. normalde önceden bilet almak bayağı önemli ama bizim şansımıza otelimiz bizim için ayarlayabildi (oteli çok sevmemin nedenlerinde biri daha). nazi döneminde yaşayan ve önce binadan gizlenip sonrasında kampta ölen anne frank’in gerçek evi olması hepimizi çok etkiledi. alegra için biraz ağır olacağından korkmuştum ama müze çok güzel bir şekilde hazırlanmış, önceden uyarılar sayesinde ben de alegra’nın görüp duyduklarını dengeleyebildim. asya ve alara tüm hikâyeyi okulda öğrenmişlerdi, onlarla birlikte hikâyenin geçtiği gerçek mekânı görmek çok değerliydi.
şehirde:
nehir gezisi– nehir gezimizyine otel sayesinde şahane bir deneyim oldu. anne frank müzesinden çıkar çıkmaz karşımıza eski günlere ait bir nehir teknesi çıktı. venedik’te de olduğu gibi amsterdam’ı kanallarından görmek çok daha güzel ve bu muhteşem teknede bir iki saat geçirmek seyahatimizin en güzel anlarında biriydi. teknenin kaptanı (aynı zamanda sahibi) bize uzun uzun amsterdam ve hollanda’nın tarihini anlattı ve şehri tanıttı; biz ise büyük bir keyifle hazırlanmış ufak tefek atıştırmalıklar eşliğinde dinledik.
çiçek marketi- bir amsterdam klasiği; rengarenk çiçeklerin bol bol fotoğrafını çekip keşke eve götürebilsek diye düşündük. çiçek marketinin etrafındaki bölge de şahane; bir sürü ufak kafeler, dondurmacılar ve tatlı tatlı butiklerle dolu olan bölgede uzun uzun dolaştık.
bisiklet kiralamak- amsterdam’da hemen hemen herkes bisiklete biniyor! anne babalar bebeklerini ve çocuklarını bindirmiş hızla bir noktadan başka bir noktaya gidiyorlar, çalışanlar takım elbiselerin pantolon paçalarını bağlamış işten gidip geliyorlar, gençler ise sırt çantalarını takmış dolaşıyorlar. alegra henüz çok ufak diye biz kiralamadık ama bir dahaki sefere mutlaka bisiklet ile de keşfe çıkacağız.
yemek:
amsterdam’da ilk günümüz otelimize yakın olan bölgeler ve çiçek marketinin etrafını keşif etmekler geçti. öğlen otelimize çok yakın olan van rijn cafe’de sandviç ve salata yedik sonra da dolaşırken karşımıza çıkan kafelerde, dondurmacılarda ve pancake evlerindeki hollanda’ya özel tatların da keyfini çıkardık. happy pig pancake shop’da hollanda’nın özel pancakelerinden denedik…birkaç sokak sonra karşımıza çıkan ijscuypie dondurmacısından da dondurma yedik :).
kahve konusu da hollanda’da çok önemli; ilk gün tam kraliyet sarayının tam yanında olan dam good coffee’yı keşif ettik. ayrıca screaming beans ve coffee company’i de denedik. kızlar coffee company’de sıcak çikolata ısmarladılar ve her birinin üzerinde sütten minik kalplerinin olmasına bayıldılar!
hollanda’da bir başka çok önemli olan gastronomik olay ise peynir tadımı yapmak. kızların pek hoşuna gitmeyeceğini düşündüğümüz için resmi olarak bir kursa yazılmadık ama tüm peynir mağazalarında gün boyunca ufak tefek tadımlık peynirler de dağıtılıyor…şansa amsterdam cheese company bizim ötele çok yakında ben her gün bir iki sefer uğrayıp kendi tadımlarımı yapıyordum!
akşamları değişik yerlere gittik. ilk gün yolculuk nedeniyle biraz yorgunduk, otele yakın olan casa di david’i denedik. gayet ailelere yönelik tipik bir italyan lokantası, makarna, risotto ve pizza yedik- yemekler lezzetli, servis iyi, mekân çok tatlıydı… hepimiz memnun kaldık.
sonraki akşam bir arkadaşımızın tavsiye ettiği harbour club amsterdam’ı denedik. tam denizin üzerinde kocaman bir binanın içerisinde olan hem lokanta hem gece kulübü olan bir mekân. iç dekorasyonunun grafittiler dolu olmasına kızlar bayıldı, alegra uzun uzun ortalarda olan barlar ve sushi barını keşif ederek vakit geçirdi.
tavsiye edilmiş ama vaktimizin yetemediği iki tane daha restoran vardı- momo ve enoteca– fakat son gün tekne gezisinde yediklerimiz ile oldukça doyduğumuz için otelin barı olan the vault’da ufak bir şeyler yiyip içmeye karar verdik. aslında kızlar için çok eğlenceli oldu. binanın bu kısmı eskiden büyük bir banka kasasıymış, bar da o kasanın içinde yer alıyor. menu yerine bize sahte paralar verdiler; her biri başka bir ülkedendi kokteyller ise o ülkeyi andıran tatlardan oluşuyordu. örneğin thai bahtını temsil eden paralarda hindistan cevizi ve lemongrassli kokteyl varken hint rupisi olan paralarla ananas ve zencefilli bir kokteyl sipariş ediliyordu. bizim için tam anlamıyla bir oyuna dönüştü ve gayet keyifli bir akşam geçirdik.
amsterdam seyahati belki beklenmedik bir şekilde gelişti diye, belki de bir müddet birbirimizi göremeyeceğimiz bildiğimiz için çok sakin ve huzurlu geçti. amsterdam şehrini ise ayrıca çok sevdik…sokaklarda dolaşmak kolay, müzelerin her birinde kızlara uygun sergiler ve onları angaje edecek ama aynı zamanda eğitici aktiviteler var, lokantalardaki yemekler hem ebeveyn olarak bizim hoşumuza gitti hem de çocuklara gayet uygun tatlar da vardı ve yaz aylarında gittiğimiz için havalar da oldukça yumuşaktı. başta da belirtiğimi gibi amsterdam’da daha gezilecek, görülecek çok yer var; bir dahaki seyahatimiz de en az bu kadar keyifli geçeceğinden eminim.