asya ve alara ufakken birçok sömestr tatilimizi kayağa giderek değerlendirmiştik. dağlarda karların altında çok keyifli ve hareketli geçen tatillerimizden de harika hatıralarımız var; fakat geçen sene asya bize gelip “acaba bu yıl değişik bir şeyler yapmaya çalışsak mı” diye sorunca açıkçası bizim de çok hoşumuza gitti. geçen seneki rotamız tayland idi ve çok çok güzeldi. ailece ilk defa uzak doğuya gidiyorduk ve bizi neler beklediğini hiç bilmiyorduk- tüm tahminlerimizden daha güzel geçen seyahatin sonunda döner dönmez bu yıl ise kamboçya ve vietnam’a gitmeyi planlamaya başladık! (bu arada maalesef tayland seyahatimizi henüz yazamadım- biraz geriye dönük olsa da o seyahati de en kısa zamanda burada paylaşmayı umuyorum :))
2019 maceramız istanbul’dan bangkok’a türk hava yollarıyla bir gece uçuşu ile başladı…bangkok’ta birkaç saat beklemeden sonra geçen sene de çok beğenerek seyahat ettiğimiz bangkok airways ile siem reap’a bağlandık. ufak bir lojistik bilgisi paylaşayım bu arada…thy ile bangkok airways ortak olduğu için çok rahat bir şekilde bavullarımızı istanbul’da uçağa verdik ve siem reap’e kadar bir daha uğraşmak zorunda kalmadık. bir de kamboçya vizesi internetten alınabiliyor ve almanızı çok tavsiye eder; biz almamıştık ve ara uçuşun neredeyse tamamını kapıda vize almak için form doldurarak geçirdim.

siem reap kamboçya:
nerede kalınır:
biz belmond la residence d’angkor’da kaldık ve çok çok memnun kaldık. butik bir otel ama odaları çok geniş ve rahat. kızlarla iç içe geçen odalarımız vardı ve bu da bana çok iyi geldi; hem kendime ait bir mekânım da vardı, hem de onlara çok yakındık. otelin orta avlusunda tropikal bitkilerin içerisinde harika bir havuz var. gündüzleri çok sıcak olduğu için havuzun kenarında bol bol vakit geçirdik. havuz başına yiyecek ve içecek servisi de mevcut, biz gezmelerimiz arasında dinlenirken tam anlamıyla tatilde olduğumuzu da hissettik doğrusu!
biz belmond’u çok sevdik, sabah açık büfe kahvaltısı yeterli ama çok abartılı değildi, yemekler gayet güzeldi ve ayrıca çok güzel bir bar ve lounge alanı vardı, spa ve masaj çok dinlendirici ve kaliteliydi, tertemiz ve tamamen yeşilliğe bakan bir fitness odası vardı, her gün otelin özel etkinlikleri de vardı- bir gün otelin yakınında olan bir manastırdan rahipler geldi mesela onlarla sohbet edip sonra da kutsanma fırsatımız oldu- ve her akşam yataklarımıza kamboçya’yı andıran ufak hediyeler bıraktılar. ben küçük hediyeler bayıldım ve her akşam acaba bugün ne çıkacak diye heyecanla bekledim! özellikle çocuklar ile seyahat etmeyi düşünüyorsanız tereddütsüz bu otelden kalmanızı tavsiye edebilirim.
biraz daha romantik bir otel arayanlar için amansara otelini tavsiye edebilirim. bizim gidip görecek fırsatımız olmadı ama kalan arkadaşlarımız var ve onlar biz belmond’u ne kadar beğendiysek amansara’yı da bir o kadar beğenerek döndüler tatillerinden. çok daha ufak bir otel ve anladığım kadarıyla daha sessiz ve sakin bir ortam; alegra ile kalmak için pek uygun olmazdı sanırım.bir de şehir ortasından yer alan raffles grand d’angkor hotel’ini gördük. ingilizlerin, fransızların yoğun olarak uzak doğuda oldukları dönemlere ait olan bu tarihi bir binada yer alan otel de çocuklu aileler için çok uygun olur. odaları yapılmış dönemden dolayı standart odalar bir parça daha ufak olsa da birçok süit ve villa opsiyonu da varmış, ayrıca otelin iç ve dış mekanlarına gayet geniş oturma ve dinlenme alanları bulunuyor. burada da orta avluda kocaman bir havuz var; tapınak gezileri sonrasında ferahlamak için birebir.
neler yapılır:
siem reap’e gitmemizin sebebi şehrin 15-20 dakika dışında yer alan angkor kompleksini ziyaret etmek. son on yıldır turizmin git gide artmasıyla birlikte kamboçya hükûmeti tüm bölgeyi turistlere göre organize etmeye başlamış durumda. havalimanı olsun, bilet gişeleri ve kontrol noktaları olsun, angkor kompleksi içerisindeki tapınaklarında yer alan bilgi panoları ve genel düzenlemeleri olsun siem reap’de turist olmak çok kolay ve gördüğümüz kadarıyla çok da güvenli.
200 dönüme yayılmış olan angkor kompleksinde 300’den fazla tapınak bulunuyormuş…biz ancak en popüler olan ve durumları en iyi olan dört tanesini detaylı gezebildik- birkaç tanesine de dışarıdan bakarken rehberimiz bize tarihlerini biraz anlattı. en büyük tapınaklardan biri olan ve angkor thom bölgesinde bulunan bayon tapınağının genel durumu da çok iyi olduğu için önce orasıyla başladık. 1200’lerde yapılmış olan tapınağın duvarlarında o dönemde kuvvetli olan angkor imparatorluğu altında hayatın nasıl olduğunu gösteren rölyefler özellikle çok ilginç. avlanma, savaş sahneleri, birahanelerde insanlar gibi sahneleri gösteren çalışmalar arasında tuvalete oturmuş bir adamın görüntüsü bile var! (onun fotoğrafını çekmemişiz maalesef ama çok komikti- alegra bayıldı tabii!). angkor thom bölgesinde ayrıca phimeanakas ve baphon tapınaklarını da gördük ve filler terası isimli duvarları da gezme fırsatımız oldu. bayon tapınağından sonra bu bölge bulunan bir başka önemli tapınak ise ta prohm tapınağına (tomb raider filminin çekildiği tapınak olduğu için yerel halk bazen tomb raider tapınağı da diyebiliyor). kocaman ağaçlarla sarılı olan tapınak tüm tapınakların 1880’lerde fransızlar tarafından keşif edilmeden önce nasıl bir durumda olduklarını anlamak için iyi bir örnek. angkor tapınakları bölgede yaşanan güç değişimleri nedeniyle on altıncı yüzyılda artık kullanılmaz hale gelmişler. 1600lar ve 1880’ler arasında tamamen doğaya teslim edilen yapılar bu nedenle yeşilliklerin içerisinde neredeyse kaybolmuşlar. ta prohm’da görüldüğü şekilde birçok tapınağın duvarları ve tavanları çökmüş, yapıların içerisinde ağaçlar ve bitkiler yetişmeye başlamış. halen devam etmekte olan renovasyon çalışmalarının sonucunda her sene yeni tapınaklar gezmeye açılıyormuş, var olan tapınaklar ise güçlendiriliyormuş. tüm bu tapınakların en tanınmış olanı angkor wat’ı biz güneş ağrırken gezmeyi tercih ettik (arzu edenler için güneş batımında da gezmek mümkünmüş). sabah henüz dışarısı karanlıkken yolla çıkıp el fenerleri eşliğinde sakin ve nezih bir kalabalığın arasında ufak bir gölettin yanında yerimizi alıp beklemeye başladık. yaklaşık 20 dakika bekledikten sonra etrafımızı tatlı bir ışık sarmaya başladı. mor olarak başlayan gökyüzü yavaş yavaş pembe, sonra ise gitgide sararmaya başladı. gökyüzü tamamen aydınlanınca tapınağın kapısı açıldı ve bekleyenlerle birlikte hayal bile edemeyeceğimiz bir boyutta olan kocaman kapılardan geçip tapınağın tepesine kadar tırmandık. buddha’ya adanmış tapınakta görülecek çok nokta var, sırada beklemek gerekse de tepeye çıkmayı çok tavsiye ederim. hem tapınağın tepesinde bu kadar kocaman bir alanın olacağına görmeden inanmak çok zor, hem de tapınağın gri taşları, etraftaki yeşil ormanın ve parlayan güneşin altın renklerini tepeden izleyebilmek inanılmaz bir his.kamboçya’nın yerel ve geleneksel mutfağı çok zengin bir mutfak değildir. siem reap’e vardığımızda bunun hem kültürel hem de tarihi sebepleri olduğu öğrendik. yirminci yüzyılda iç siyasi olarak çok büyük sorunlar yaşayan ülkede inanılmaz bir derecede açlık da yaşanmış. bu dönemde yaşananlar da halkın mutfağına yansımış. bu eksikliği ise komşu ülkeler olan vietnam, tayland ve hindistan’dan esinlenerek tamamlamış olan restoranlarda çok geniş bir yemek yelpazesi bulabildik. fakat açık konuşmak gerekirse kamboçya’nın yemekler genel anlamda komşularının yemeklerinde daha az lezzetli…
yine de temiz ve düzgün oldukları için rahatlıkla khmer village restaurant ve neary khmer restaurant’ı tavsiye edebilirim. angkor kompleksinde bulunan khmer village restaurant’da ilk gezme günümüzün en sıcak saatlerini uzun uzun sofrada yemek yiyerek ve sohbet ederek geçirdik. kamboçya biraları çok lezzetli; yanında çerez olarak nefis kavrulmuş minik yer fıstıkları da getiriyorlar, siparişimiz hazırlanırken keyifle onları yedik- ben de buz gibi bir bira içtim 🙂
şehir içinde olan neary khmer restaurant’da geleneksel kamboçya yemekleri arasında en çok beğendiğim amok yemeğini deneme fırsatım oldu. biraz hintlilerin karisine benzeyen bol baharatlı yemeği çok güzel bir hindistan cevizli pilav ile servis ediyorlar. hem doyurucu hem de hafif oluyor. kızlar her gittiğimiz yerde spring roll yiyip beğendiler. tatlı olarak da her fırsatta tropikal meyvelerden yapılmış sorbetler denediler.
siem reap’deki en ilginç gördüklerimizden biri ise sokakta satılan kızarmış örümcekler, akrepler, ipek kurtları ve yılanlardı…sadece görmek ile de kalmadık! dünya tatlısı olan rehberimiz, mr. heang, bize göstermek için kocaman bir tarantula örümceğini bir video çekerken yedi! erim ve alegra bakamadılar, ben bile bayağı huylandım. sonra mr. heang’a sordum “çocuklarınıza da örümcek yediriyor musunuz” diye… o da bana “evet, ama buradan değil, burada kullandıkları kızartma yağı temiz değil” dedi!!

baştan sona gezimizin kamboçya bölümü sürprizler ve yeni deneyimlerle doluydu…iyi ki gittik, iyi ki gördük, hepimizin ömür boyu keyifle hatırlayacağı bir seyahat oldu. bir sonraki durağımız olan vietnam’ın rotasını da önümüzdeki günlerde paylaşıyor olacağım…orası da bir başka harikaydı!!