hep birlikte gezerken…paris’te üç büyülü gün…

ailece en son üç-dört sene önce paris’i ziyaret etmiştik.  o seferki ziyaretimizde kızlar halen çok ufaklardı; birkaç gün eurodisney’i gezdikten sonra paris’in merkezine geçmiştik ve açıkçası bayağı yorucu bir seyahat olmuştu.  ne kızlar ne de biz ebeveynler seyahatten fazla bir şey anlayamamıştık. hatta seyahatin sonunda evimize döndüğümüzde erim ile birlikte uzun bir müddet tekrar paris’e gitmeme kararı almıştık.

fakat bu dönem erim’in yeğeni aylin paris’te dil kursuna gitmeye karar verince biz de acaba tekrar bir denesek mi diye düşündük.  asya ve alara da çok heveslendiler, paris’i gezme ve şehir de keyif yapma fikri onlarında hoşlarına gidince biz de yavaş yavaş planlarımızı yapmaya başladık.

erim ile ben tam yirmi yıl önce yine son bahar aylarında paris havalimanında tanışmıştık.  çok tesadüfi ve romantik bir tanışma olmuştu; aile hayatımızın da bu şehirde başlamış olmasından dolayı paris’in hep bizim için yeri ayrıdır.  bu nedenle de baş başa olsun, çocuklu olsun paris sokakları her zaman bana çok büyüleyici gelir.

yeni bir yeri keşif etme hedefiyle le marais bölgesinde bulunan le pavillion de la reine otelinde kalmaya karar verdik. inanılmaz tatlı bir otel, adeta bir aile tarafından işletiliyormuş gibi bir havası var.  sabah kahvaltısı şahane… otelin lobisinde yer alan tatlı açık büfe kahvaltıdan hepimiz ayrı ayrı büyük keyif aldık.  normal bir lobi gibi düşünmeyin; lobiyi öyle bir yapmışlar ki sanki kendi evinizde rahat koltuk ve kanepelerde oturmuş sıcacık yanan bir şömine karşısında yemek yiyormuş gibi hissediliyor.

otelin konumu da eşsiz.  kapıdan çıkar çıkmaz karşınıza la place de vosges’un şahane parkı çıkıyor…parkın etrafından bir sürü minik sanat galerileri, kafeler ve butik mağazalar mevcut.  minik ara sokaklarda dolaşmak son derece keyifli ve etrafta yemek yemek için her biri birbirinde güzel küçük mekanlarda bulduk…

otelde sabah uzun uzun keyif yaptıktan sonra günlerimizin geri kalanlarını bol bol gezerek geçirdik.  yürürken etrafı görmek ve tanımak çok daha kolay olduğu için genelde bu tip şehir seyahatlerinde yürümeyi tercih ediyoruz.  nereye gitsek yanımızda alegra için ufak bir scooter taşıyoruz, bunun sayesinde o da bize rahat rahat yetişebiliyor.

paris’e uçmadan önce kızlarla oturup biraz plan yaptık.  her ne kadar tercihlerimiz biraz ayrı ayrı olsa da ilk önceliğimizin dengeli bir seyahat geçirmenin ve birlikte vakit geçirmenin olduğuna karar vermiştik.  müze gezmek, alışveriş yapmak, güzel yemek yemek, açık havada vakit geçirmek, genel bir avrupa havası almak…tercihlerimiz bu şekildeydi.  biz de programımızı yaparken her gün az da olsa her birine vakit ayırmaya özen gösterdik.

müze olarak iki müze seçtik.  paris’teki ilk tam günümüzde eski tren garında yer alan ve ağırlıklı fransız sanatçılarına yer veren musee d’orsay’i gezdik.  sonraki gün ise çok meşhur olan louvre müzesine gittik.  louvre müzesi o kadar büyük ki içeriye girer girmez sadece eski mısır eserlerinin bulunduğu bölüme konsantre olmaya karar verdik.  alegra ilk defa mumya ve lahit görüyordu ve çok ilgisini çekti; hatta o kadar etkilendi ki eve döndüğümüzde ‘keşif ediyoruz’ başlıklı ingilizce ödevinin de bu konuda yapmaya karar verdi.  tabii ki aynı binanda bulunan mona lisa’yı da görmeden louvre’dan ayrılmadık!  (çok önemli bir not, müze girişleri çok kalabalık oluyor- biletlerinizi mutlaka önceden internetten alın!)

 paris’e kadar gitmişken neredeyse müze haline gelmiş shakespeare and co kitapçısını da kaçırmadık.  1919’da kurulmuş olan bu muhteşem kitapçı birçok önemli yazar ve esere ev sahipliği yapmış.  kitapçının bulunduğu binanın kendisi de görülmeye değer; minik merdivenler, araya sıkışmış oturma yerleri ve ufacık yataklar ve şahane tatlı bir çocuk bölümü…orada geçirdiğimiz her dakikanın keyfini dibine kadar çıkardık ve kapıdan çıkarken her birimizin elinde dopdolu bir kitap çantası vardı!

hiç beklemediğim bir şekilde le marais’de alegra’ya uygun birçok güzel mağaza da bulduk.  asya ve alara bir akşam üstü kendileri gezmeye çıkmak isteyince biz de erim ile alegra’yla takılırız deyip plansız bir şekilde dolaşmaya çıktık.  ilk durağımız tabii ki bir kitapçıydı 🙂 comme un roman kitapçısında çoğu çocuk kitabının fransızca olmasına rağmen uzun uzun oturup rengarenk kitaplara bakıp eğlendik.  ben ödemeyi yaparken erim ve alegra hızla kitapçının yanında yer alan jean paul hevin chocolatier çikolatacısını bulup benden habersiz bir sürü çikolatanın tadına baktılar; beş dakika sürmeden en çok sevdikleri çeşitleri poşete doldurup yanıma döndüler!  yine aynı sokakta bibi idea shop diye süper bir concept store’a rastladık…minik defterler, rengarenk su mataraları, saklama kapları ve beslenme torbaları, yılbaşına uygun ufak hediyelerle dolu olan raflara bakmaya doyamadık.  son olarak da yıllardır internette görüp bayıldığım ama hiçbir zaman gerçek mağazasına gidemediğim bonton mağazasına uğradık. yılbaşı havasına erkenden girilmiş, her köşesi ışıl ışıl parlayan mağazadan hiç çıkmak istemedik!

IMG_4890

 

gezmelerimizin arasında bir de harika lokantalarda yemek yedik ve muhteşem kafelerde kahveler (ve şampanyalar) içip keyif yaptık! bu sefer lokantaları öyle bir seçtik ki hemen hemen hepsini ilk defa deneyecektik…

ilk akşam daroco diye çok şık bir italyan lokantasına gittik; pizza ağırlıklı olan menüdeki her pizza şahane gözüküyordu! her biri lokantanın ortasında yer alan görkemli bir taş fırın sayesinde tap taze pişip servis ediliyor.  glütensiz pizza opsiyonu yoktu ama aylin için harika bir vegan pizza hazırlayabildiler.  sonraki akşam ise montmartre bölgesinde yer alan le coq rico lokantasında zar zor yer bulabildik.  alegra’nın deyimiyle ‘tavukçu’ olan lokantada sadece tavuk değil her yemek lezizdi.  ben deniz tarağı yedim; aylin için harika mevsim sebzeleri hazırladılar, erim ve kızlar ise tam kıvamında pişmiş bir bütün tavuk paylaştılar- servis olsun, yemekler olsun, şarap listesi olsun- her şey mükemmeldi.  son gece artık biraz yorulmuştuk ve daha basit bir yemek yiyelim istedik.  le marais bölgesindeki breizh cafe krepçisine gitmeye karar verdik ve o kadar doğru bir karar oldu ki! sadece tatlı değil tuzlu krep de yapan bu meşhur krepçide ağırlıklı normandy bölgesinden gelen yüzde yüz organik ve doğal olarak glütensiz olan karabuğday unu kullanılıyor.  bunun duyunca benim heyecanımı siz düşünün artık! bir sürü değişik krep sipariş ettik- herkes birbirininkini denedi ve karnımız tok huzurlu bir şekilde otelimize döndük.

öğlenleri de bir bu kadar güzel yemek yedik 🙂 ilk gün le marais’in göbeğinde olan cafe charlot’ta geleneksel fransız bistro yemekleri tattık…füme somon, antrikot, soğan çorbası, vinagret soslu avokado…kendimizi iyice paris’li hissettik.  sonraki gün tanınmış markaların yer aldığı avenue montaigne’da olan l’avenue restoranın meşhur incecik patates kızartmalarını ve fransız üslü dil balığını yiyip keyifle etrafımızı seyrettik.  son öğlenimiz ise daha önce hiç gitmemiş olduğumuz ve eşsiz bir eiffel kulesi manzarası olan girafe restorana gittik.  deniz mahsulleri ağırlıklı olan menüde ayrıca çok güzel bir bonfile de vardı; tatlılar ise dehşetlerdi!

tüm bu yemeklere rağmen akşam üstleri kısa da olsa kahve molası da verdik.  le marais’de fragments cafe’de organik kahveler içip glütensiz armutlu kek denedik; bir paris klasiği olan laduree’de çay içip rengarenk macaronlar yedik; saint germain’in efsane kafesi olan cafe de flore’deyse açıkçası ben keyifle şampanya içerken kızlar da aynı keyifli gerçek kremalı sıcak çikolatanın tadını çıkardılar.

 

paris seyahatimiz baştan sona sakin ve huzurlu geçti desem yalan olur.  üç çocuk, iki yetişkin, herkesin yapmak istediği (ve istemediği) şeyler, kalabalık müzeler, ara sıra yağmurlu havalar, yanlış gelen siparişler- bunlardan etkilenmedik diyemem tabii ki! ama gerçekten inanıyorum ki çocuklar (ve bizler de) bu ufak tefek zorlukların karşısında sabırlı olarak, etrafımızdaki insanlara açık ve sevgi dolu davranarak ve kendimizin dışında bir dünyanın olduğunu görerek ve kabul ederek gelişiyoruz ve büyüyoruz.

dünyanın her bir noktasına ulaşması çok olan bir şehirde yaşamamız büyük bir şans.  kızların da genç yaştan gezmeye başlayabilmeleri ise ayrıca büyük bir şans.  gezerek, görerek, duyarak, tadarak ve keşif ederek birer dünya vatandaşı olacaklarına inanıyorum- kısa ve tatlı paris seyahatimiz de bu yolculuğun değerli bir parçası oldu.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.